Postpartum Depresyon Üzerine Yapılan Yeni Bir Araştırma “Lohusalık Hüznü” Hakkında Bakışımızı Değiştirebilir.

 

Yazan: Juli Fraga
Çeviren: Klinik Psikolog Müge Sargın
Photo Credit: Bumps along the road. (Flickr/mahalie stackpole via CC BY 2.0)

Oğlunun doğumundan bir hafta sonra Sally kendini kötü hissediyordu. “Herkes görür görmez bebeğime aşık olacağımı söyledi. Bu annelik coşkusunu yaşamadığımı farkettiğim anda kendimi berbat bir anneymişim gibi hissettim.”

Sally hastaneden döndüğünde gözyaşlarına boğulmaktan tükenmişti. Sırrını paylaştığı çocuklu arkadaşları bu durumun lohusalık hüznü olduğuna onu ikna ettiler: yeni anne olmanın getirdiği hormonal ve yaşam tarzı değişikliğine verilen yaygın ve beklendik duygusal bir tepki. “Merak etme, yeni anne olmuş kadınların yüzde sekseni hüzünlü hisseder” dedi arkadaşı ona. Sally bu kelimelerde huzur buldu. Üzüntüsünün, arkadaşının söz verdiği üzere yakında geçeceğini umut etti.

Perinatal psikolog olarak anne olmanın getirdiği yeni kimliklerine adapte olmakta zorlanan birçok kadınla karşılaştım. Ne yazık ki Sally’nin duygudurumu takip eden birkaç hafta içerisinde bir iyileşme göstermedi. Tam tersine, bebeğinden kopmaya başladı. Kaygılıydı ve uyumakta zorlanıyordu. Kontrol edilemez bu duygular sebebiyle aynı zamanda kendisini suçlu hissediyordu. Yürüyüşlere çıkmayı, arkadaşlarıyla konuşmayı, derin nefes almayı denedi, ama hiçbir kendine yardım yöntemi acısını hafifletmedi. Birçok çiçeği burnunda anne gibi Sally de postpartum depresyondan (PPD), en sık görülen doğum komplikasyonundan, muzdaripti.

Amerikan Psikoloji Birliğine (APA) göre postpartum -lohusalık- depresyon yer yıl yedi kadından birini etkiliyor. Bununla birlikte kişiyi güçsüzleştiren bu hastalığın kökeni tam olarak bilinmiyor. Şimdiye kadar sosyal bilimciler ve medikal araştırmacılar hormonal, fizyolojik ve yeni anneliğe bağlı kimlik değişikliklerinin kadının yatkınlığını arttırdığına dair düşüncelerini dile getirdiler, fakat halen bu konuda yeterince bilgiye sahip değiliz.

Ancak güzel haber şu ki, bu durum değişmeye başlıyor. Yeni bir araştırma doktorların bir kadının PPD geçirme riskini arttıran duygusal iniş çıkışları tespit etmelerine imkan vermeye başladı. Bu bilgi jinekolog ve hemşirelerin gebe kadınları prenatal depresyon için taramalarına ve yaşadıkları belirtileri hafifletmelerine yardımcı olabilir.

Sally ile yaşadığı belirtilerin kaynağı hakkında konuştukça gebeliğinin de oldukça zor geçtiğini öğrendim. Gebelik sürecini “9 aylık kesintisiz adet öncesi sendrom” olarak tanımlamıştı. Her trimesterde duyguları dalgalanmıştı; mutluluk, tükenmişlik ve üzüntü arasında salınıp durmuştu. Fakat bu değişken duygudurumun gebelik yolcuğunun normal bir parçası olduğunu düşünmüştü.

Sally’e kesinlikle bunu sadece kendisinin yaşamadığını söyledim. Birçok kadında gebelik kaygı, ağlama atakları ve huzursuzluk dahil olmak üzere duyguların şaha kalkmasını tetikliyordu. Hatta birçok hamile kadının bilmediği üzere, postpartum duygudurum belirtileri genellikle gebelikte başlıyordu. Üzücü şekilde “Postpartum Progress”e göre, kadınların %85’i doğum sonrasında ihtiyaç duydukları psikolojik desteği hiçbir zaman alamıyorlar.

Son zamanlarda bir sosyal sorumluluk projesi bu gidişi değiştirmeye çalışıyor. Geçen hafta USPTF tüm gebe kadınların sadece doğum sonrası değil, gebelik süresince de ruh sağlığı taramasından geçmelerini tavsiye etti.

Erken tanının destekleyici bir veri olarak, Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry Dergisi Mart 2016 sayısında basılan bir psikolojik çalışma, kadınlarda özellikle özgüvene bağlı duygudurum değişkenliğinin PPD’yi tahmin etmeye yardım edebileceğini öne sürdü. Bu çığır açan araştırmada kadınlar gebelik süresince ve doğum sonrasında depresyon için tarandı. Araştırma sonuçları özgüveninde, özellikle de ikinci ve üçüncü trimesterde sık dalgalanmalar görülen kadınların postpartuma girme riskleri daha yüksek olduğuna işaret ediyor. Öncesinde depresyona girmiş olan kadınları araştırma dışında tutan ilk çalışmalar arasında yer alan bu araştırma, doğum sonrası depresyona katkıda bulunan faktörlere ışık tutuyor.

Hamilelik süresince veya sonrasında duygusal olarak zorlanan kadınların, yaşadıkları PPD için asla suçlanmamaları gerektiğini tekrar belirtmek önemli. Her ne kadar toplumumuzda çocuk doğurmanın herkes için mutlaka mutluluk veren bir olay olduğu şeklinde bir tablo hakimse de, ebeveynliğe geçiş, stres yüklü bir yaşam değişikliğidir. Aslına bakılırsa diyatez stres modeli olarak adlandırılan bir bilimsel teori, kadınların neden kısırlık, gebelik ve doğum gibi stresli yaşam olayları sürecinde depresyona daha meyilli hale geldiğini açıklamaktadır. Bir seri biyolojik ve sosyal faktörün etkileşimiyle, uzayan bir stres, kadınların negatif düşünceler ve tutumlar geliştirmesini kolaylaştırabilmektedir. Bu türden bir stres Sally benzeri kadınların, nihayetinde kendilerinin kötü anne olduklarına ve annelikte başarısız olduklarına inanmalarına sebep olmaktadır. Zamanla bu negatif bilişler kadının özgüvenini azaltmaktadır.

Belçika’da yapılan bu çalışmanın en değerli mesajlarından biri her annelik depresyonunun aynı olmadığıdır. Kaliforniya Üniversitesinden perinatal psikiyatrist Dr. Anne Glezer, giderek daha fazla verinin PPD’nin değişik formları olduğuna ve bu formların değişik yaklaşımlara cevap verdiğine işaret ettiğini ifade ediyor. Glezer, bu yeni araştırmanın tedavi seçenekleri oluşturmada yol gösterici olabileceğini belirtiyor. Özgüven değişkenliği ile mücadele eden yeni annelerin ve gebelerin bilişsel davranışçı ve farkındalık temelli bilişsel psikoterapilere daha iyi cevap vereceğini ekliyor. Bu iki terapi de kadınların negatif düşüncelerin duygu ve davranışları nasıl etkilediğini keşfetmelerine yardımcı olan terapiler. Farkındalık temelli bilişsel terapiler ise ilave olarak kadınlara yoğun kaygı ve depresyon belirtileriyle başetmelerine yardım edecek farkındalık ve meditasyon gibi yaşam becerilerini öğrenebilme şansı sunuyor. Bu tür terapiler gebelik veya emzirme süresince ilaç kullanmak istemeyen anneler için harika seçenekler.

Gebelik süresince koruyucu önlemler almakta oldukça büyük yararlar var. Anne bakımını geliştirme çabası içerisinde, artık birçok hastane prenatal desteğin standart bir parçası olarak yapısında hamile destek grupları ve ruh sağlığı klinikleri barındırıyor. Bu hizmetleri kadınların medikal tedavi aldıkları bir hastane sistemi içerisinde bulundurmak, pospartum depresyona yönelik etiketlemenin azalmasına yardımcı oluyor. USPTF’nin yeni tavsiyeleri doğrultusunda, böyle bir yapılanma PPD için tüm gebe kadınları taramayı kolaylaştırıyor.

Gebe kadınlar ve aileleri için anne ruh sağlığına dair konularda doğru ve zamanında bilgi almak çok temel bir gereksinim. Mind Body Pregnancy, Postpartum Progress ve Postpartum Support International gibi kadınları gebelik ve postpartum duygudurum meselelerine dair eğiten birçok online kaynak mevcut. Bu siteler perinatal ruh sağlığında uzmanlaşmış psikiyatrist ve psikolog isimleri de dahil, anneliğe dair bir çok rehberi barındırıyor.

Birçok ulaşılabilir kaynak olduğuna göre gebe kadınlar ve anneler artık sonsuza dek acı çekmek zorunda değiller. Bu entegre hizmetler Sally’e benzer zorluklar yaşayan kadınların erken tanı alması ve durumlarına müdahale edilmesine ve anneliğe bağlı sorunların süresinin azaltmasına katkıda bulunuyor.

Bir bebek sahibi olmak her zaman masallarda ve romantik komedilerde tasvir edildiği haliyle rüya gibi bir deneyim değil. Ancak, kabus olmak zorunda da değil.

Fraga Juli, (2016, February 06). New research on postpartum depression could change the way we talk about the “baby blues” Retrieved from http://qz.com/612694/new-research-on-postpartum-depression-could-change-the-way-we-talk-about-the-baby-blues/